Avatar
Yazar: LeaderGamer, Editör Yazım tarihi: 14.09.2011

Tanrılar ateşi size seve seve verecek mi sanıyordunuz?

Teknoloji… İnsanlar her zaman ihtiyaçlarına göre doğayı değiştirmişlerdir ya da doğanın kontrolünü ellerine almışlardır. Üşüdükler, ateşi kontrol altına aldılar. Acıktılar, diğer canlıları kendileri için kullandılar. Bu ve bunun gibi aşamalarla git gide dünyamızın kontrolünü doğa anadan kısmen kendimize geçirdik. Önümüzdeki tüm engelleri açtık, belki de bazıları sadece bizi kendimizden korumak içindi.

Şu ana kadar doğa anayı yenmeyi başardık, ancak bundan sonraki hedefimiz ne olacaktır? Bu defa da tanrılar mı? Tanrı’nın bizim için belirlediği yoldan çıkmaya mı çalışacağız, tanrı biz mi olacağız? Peki ya bu yoldaki engeller geçebileceğimiz kadar alçak mı olacak yoksa yaptıklarımızın geri tepmesini sağlayarak yaptığımıza yapacağımıza pişman mı edecek?

Deus Ex: Human Revolution’un sorduğu soru işte bu. Ve bu soruya oyun boyunca çift taraflı yaklaşıyor. Bazı yerlerde, insanın evriminin gidişatını eline geçirmesi halinde doğabilecek kötü sonuçları düşünürken, bazen de vücudumuzun tam potansiyelinin ortaya çıkması ve her şeyin tamamıyla bizim ellerimizde olması halinde nasıl hakimiyet kurabileceğimizi, yaşamın kolaylaşacağı ve hatta, Adam Jensen’a olduğu gibi, umudun kesildiği insanlara yeniden bir umut olacağını düşünüyorsunuz.

Bilmeyenler için açıklayalım: Deus Ex evreninin temelinde augmentation teknolojisi bulunuyor. Bu çok basit bir açıklamayla, insan vücuduna eklenen sentetik cihazlar/makineler. Bunları kullananlar ya daha iyi olmak için (oyunda karşılaşacağınız hayat kadınları gibi) ya da, oynattığımız karakter Jensen gibi zorunluluktan dolayı kullanıyorlar. Tabii ki bu teknoloji diğer tüm büyük yeni teknolojiler gibi herkes tarafından olumlu karşılanmıyor. Ortalığa yayılan komplo teorileri ve bazen de korku, bu teknolojiye karşı olan insan gruplarının çoğalmasına yol açmıştır.

Human Revolution’da, Adam Jensen olarak iki farklı çatışma halindeyiz. İlki kendi içimizde: Seçme şansı olmadan sibernetik eklemelere maruz kalan Jensen’ı ve bunlarla yapabildiklerini gördükçe oyun boyunca bu teknolojinin olumlu mu olumsuz mu olduğu konusunda düşünüp duruyorsunuz ve açıkçası oyunun sonuna kadar tam bir karara varamıyorsunuz, en azından ben varamadım. Bunun yanında, işin görülen tarafında bizi bir “aug” olmaya zorlayan saldırıyı düzenleyen ve sevdiğimiz kadını öldüren teröristlerle onların parçası olduğu büyük komployu bulmaya çalışıyoruz. Bundan daha fazlasını söylemem ne yazık ki spoiler olur, zira oyun başından sonuna kadar sürprizlerle dolu. Bunu sakın klişe twistler sanmayın, aksine twistlerden arınmış, sizi (metal) kollarıyla saran çok güçlü bir hikayesi var oyunun. Özellikle benim gibi komplo teorilerine veya dünyayı gölgelerde saklanarak yönettiği söylenen organizasyonlara ilginiz varsa, kesinlikle bitirene kadar tutulacaksınız oyuna. Aynı zamanda oyun boyunca göreceğiniz e-postalar ve e-kitaplar var ki bunlar da oyunun hikayesini veya oyunda karşılaştığınız bazı ögeleri detaylandırıyor. Bunlardan hatırı sayılır derecede var ve birçoğu (özellikle e-kitaplar) ilginç bilgiler barındırıyor. Yani içinizi sıkacak, okumak istemeyeceğiniz şeyler değil. Yani okuyun.

Tek Hakim

2027’nin şirketlerin ve organizasyonların hükümetlerden daha fazla gücü olan dünyasında tek bir gerçek hakim var: Kaos. Oyun size bu hissi çok iyi veriyor. Sarı temalı(özellikle oyunda bu çok dikkatimi çekti) şehirlerin dar sokaklarında, aug karşıtı sözler edilirken veya binaların önünde isyanlar çıkarken olayın ciddiyetini ve insanların korkularını bu defa kendi gözlerinizle görüyorsunuz. Adam’ın öfkesini de çaresizliğini de yüzünüze yüzünüze vuruyor oyun. Müzikler konusunda da çok iyi bir iş çıkarmış Eidos Montreal. Tüm bunların yanında, bir de oyundaki sondan ikinci boss çatışmasında yaşadığım atmosferi başka hiçbir oyunda şu ana kadar yaşamadığımı belirtmek istiyorum. Bu tek bölüm oyuna aşağıdaki puanının ufak bir kısmını kazandırmıştır.

Detroit’te başlayan oyunumuzda pek çok farklı bölgeye gidiyoruz ancak serbest olarak gezinebileceğimiz iki tane şehir var: Detroit ile Hengsha. Ancak bu şehirlerde istediğiniz gibi gezip tozacağınızı sanmayın. Bir tane tüccar ve bir de klinikten ibaret olan satıcılardan başka yapacak bir şey yok şehirlerde. Eğer günümüzde Detroit’te yaşıyorsanız belki şehrinizin bugünkü halini görmek için biraz dolanabilirsiniz ama onun dışında, sadece uzun görevler arasında nefes almanız ve çok da fazla sayıda olmayan yan görevleri tamamlamanız için yapılmış şehirler. Evet, keşfetmeniz yüzlerce saat alacak devasa büyüklükte bir RYO değil Human Revolution ve benim buna hiçbir itirazım yok. Ana hikayeden kopmamanız sağlanacak genişlikte olan, olaylara gizlilikle de yaklaşmanıza izin veren ve Mass Effect’lerden birkaç parmak daha fazla (uygun miktarda) rol yapma öğeleri bulunduran bir aksiyon oyunu diyebiliriz oyuna. Dediğim gibi, işin asıl rol yapma kısmı bu augmentation teknolojisinin insanlık için iyi mi kötü mü olduğuna karar vermek. Gerisi, eh yani.

Oyunun size seçimi bıraktığı bir yan daha var ki o da nasıl oynadığınız. Oyunu sıradan bir FPS gibi oynayabilirsiniz veya MGS havasıyla gizlilik-aksiyon olarak oynayabilirsiniz. Bu seçiminizi teoride her durumda değiştirebiliyorsunuz ancak pratikte öyle değil ne yazık ki. Genelde kullandığınız yönün augmentation özelliklerini alırken diğer tarafınız zayıf kalıyor. Aynı anda hem büyücü hem de savaşçı olmaya çalışırsanız ilerleyen seviyelerde çuvallayacağınız mantığının Deus Ex versiyonu bu. Seçim size kalmış, bu konuda ben uzun zamandır adam gibi gizlilik-aksiyon oynamadığımdan ve açıkçası Call of Duty temposunu yakalamaya çalışıp da yakalayamayan oyunlardan gına geldiğinden oyunu MGS gibi oynadım. Neden piyasadaki onda aynı tür oyun arasından MGS’yi örnek verdin derseniz, oynayınca anlarsınız ama ne mekânlar, ne de hikâye benzemese de çıkaramadığım bir nedenden dolayı fena MGS havası var. Eğer siz de böyle oynamak isterseniz önerim şudur: Zorluğu Give Me Deus Ex, yani en üst dereceye çekin. Böylece zaten bir şekilde görülürseniz yaşama şansınız sıfıra yakın olduğundan kendinizi tutmayı öğreneceksiniz. En üst zorluk olmasa bile yine de oyun oldukça zor. Genelde iki-üç mermide ölüyorsunuz. Bu yüzden çatışmaya girdiğim zamanlarda bile genelde siper arkasında durdum ve canım 100’e ulaşıncaya kadar çıkmadım. Ha bu yazdıklarım demek değildir ki oyunun çatışmaları hede hödö, gayet de keyifli çatışmalar oluyor oyunda.

Mekânlar genelde doğrusal olmaktansa Arkham Asylum veya Crysis gibi belli bir noktada toplanmış, belli devriyeleri olan bol sayıda düşmanın olduğu tek bir bölge şeklinde. Çatışmak ve işinizi gizlilikle halletmekten başka bir seçeneğiniz ise hiç kimseye el sürmeden, alternatif yollarla hedefinize ulaşmak. Ama eğer ödül peşinde koşmuyorsanız, birkaç askeri bayıltmanın kimseye zararı dokunmuyor.

Gizliliğin tek göze çarpan sorunu yapay zekada. Çatışmalarda çok öne çıkmasa da gizlilikle oynuyorsanız belli ediyor kendini. Yani rahatsız edici derecede salak değiller ancak karşınızdakinin insan olmadığını da anlıyorsunuz. Yerde yatan iki cesedi gören gardiyan, sadece programında yazılı değil diye 5 metrelik alanın tamamını arıyor ancak tam sınırda olan ve bağıra bağıra “Arkasına saklanılmak için buradayım ben!” diyen çiçek saksısının arkasına bakmayı akıl edemiyor. Bir sorun değil mi bu sizce de?

Bunun gibi ufak bir sorun da çatışmalarda var: Cephane kıtlığı. Zaten envanteriniz küçük olduğundan az sayıdaki silahlardan bazılarını alabildiğiniz yetmezmiş gibi, bir de ciddi mermi sıkıntısı çekiyorsunuz. Yani ben hemen tüm işlerimi gizlilikle halledip, oyunun çoğunda sadece tabancamı kullanmama ve çok nadiren aksiyona girmeme rağmen bunu bu derece hissettiysem merak ediyorum aksiyon ağırlıklı oynayanların halini. Hele ki boss savaşlarında az çekmedik bu mermilerden.

+MGS’yi andıran gizlilik oynanışı
+Derin evren, güçlü kurgu
+Oynayış stilinizi seçmenizde serbestlik tanıması
+Kaos ve kargaşa hislerini çok iyi veriyor

-Ciddi cephane sıkıntısı var
-Gizlilik oynayanlar yapay zekanın zayıflığını farkedecektir

Birazcık ezmiş gibi olabilirim ancak hiç de öyle değil. Bu iki eksi dışında, oyunun kusursuza yakın olduğunu söylemek istiyorum. Yukarıda bahsettiğim derin bir evren üzerinde kurulmuş güçlü kurgusuyla, felsefesiyle, 2027 atmosferiyle, yoğun olarak yaşattığı çaresizlik hissi, kargaşa ve kaos hisleriyle, müzikleriyle, karakterleriyle, her şeyiyle hayatımda oynadığım en iyi oyunlardan biri oldu Deus Ex: Human Revolution. Hem bilim-kurgu hastası, hem atmosfer hastası hem de komplo teorilerine meraklı biri olarak oyun beni başladığı andan itibaren içine çekti, eğer siz de böyle biriyseniz sizin de hayatınızın oyunlarından biri olacağını garanti ederim. İlk yarısını geride bıraktığımız ve asıl oyun sezonuna girdiğimiz 2011 yılının şu ana kadarki en iyi oyunu olduğunu düşündüğümü söylememe gerek yok herhalde?

*Hikaye: 10/10
*Atmosfer: 10/10
*Müzikler: 9/10
*Oynanış: 8/10

GENEL: 9.8

Ayrıca En yeni haberler için Facebook, Twitter ve Google Haberler üzerinden Leadergamer'ı takip edebilirsiniz.