Hazelight Studios, oyunculara sunduğu eşsiz bölünmüş ekran deneyimleriyle oyun dünyasında kendine sağlam bir yer edinmiş bir geliştirici. A Way Out ile başlayan bu serüven, It Takes Two ile zirveye ulaşmış ve şimdi Split Fiction ile yeni bir boyut kazanmış durumda. Her bir oyunda, Hazelight oyuncuları yalnızca bir hikâyenin içine çekmekle kalmıyor, aynı zamanda onlara derin duygusal bağlar kurma ve iş birliği yapma fırsatı sunuyor. Split Fiction da bu geleneği sürdürerek, Mio ve Zoe adlı iki farklı karakterin dünyasına bizleri davet ediyor ve bu iki genç yazarın hem kendi hikâyelerini hem de birbirlerini keşfetme yolculuğuna tanıklık etmemizi sağlıyor. Bu inceleme, Split Fiction’ın sunduğu hikâye anlatımı, oynanış mekanikleri, karakter derinliği ve Hazelight’ın alametifarikası olan bölünmüş ekran deneyiminin nasıl bir şahesere dönüştüğünü detaylı bir şekilde ele alacak.
Hazelight’ın oyunları, bölünmüş ekranın sadece bir teknik detay olmaktan öte, hikâyenin ve oynanışın ayrılmaz bir parçası haline geldiği yapımlar olarak dikkat çekiyor. A Way Out’ta iki mahkûmun hapisten kaçış serüvenini ve dostluklarının sınanmasını deneyimlemiştik. It Takes Two ise boşanmanın eşiğindeki bir çiftin, kızları Rose için ilişkilerini onarma çabasını masalsı bir dünyaya taşımıştı. Bu oyunların her biri, iş birliğini zorunlu kılan mekanikleriyle oyunculara hem eğlenceli hem de duygu dolu anlar yaşattı. Split Fiction ise bu mirası bir adım öteye götürerek, iki yazarın kendi yarattıkları dünyalarda hem kendilerini hem de birbirlerini keşfetmelerine odaklanıyor. Hazelight’ın önceki oyunlarında olduğu gibi, Split Fiction da hikâye anlatımını ve oynanışı birleştirme konusundaki ustalığını bir kez daha kanıtlıyor.
Split Fiction inceleme
Split Fiction, oyuncuları Rader adlı bir şirketin dünyasına tanıtıyor. Bu şirket, genç ve yetenekli yazarların hikâyelerini alışılmadık bir şekilde “oynanabilir deneyimlere” dönüştürme vaadiyle dikkat çekiyor. Oyunun ana karakterleri Mio ve Zoe, Rader ile iş birliği yapmak için bir toplantıya giderken asansörde tanışıyor. Bu tesadüfi buluşma, hikâyenin temelini oluşturuyor ve iki yazarın tamamen zıt kişilikleri arasındaki dinamik, oyunun en güçlü yönlerinden biri haline geliyor.
Mio, içine kapanık, kendi kurallarını koyan ve başkalarının fikirlerinden etkilenmeyen bir karakter. Küstahlığı ve bağımsız ruhu, onu ilk bakışta soğuk ve mesafeli biri gibi gösterse de, hikâye ilerledikçe onun bu tavrının ardındaki kırılganlık ve derinlik ortaya çıkıyor. Zoe ise Mio’nun tam zıddı: Neşeli, hayat dolu ve hikâyelerini dünyayla paylaşmaya hevesli bir genç kadın. Rader’ın sunduğu fırsatı bir sıçrama tahtası olarak görüyor ve her anı coşkuyla yaşıyor. Bu iki farklı karakterin bir araya gelmesi, hikâyeye hem mizahi hem de duygusal bir zenginlik katıyor.
Hikâye, Mio ve Zoe’nin Rader’ın ofislerinde bir makineye bağlanarak kendi yarattıkları dünyalara adım atmalarıyla ivme kazanıyor. Mio, bu devasa makine karşısında korkuya kapılırken, Zoe’nin cesareti ve merakı onu harekete geçiriyor. Ancak işler planlandığı gibi gitmiyor: Mio, Zoe’nin hikâyesine düşüyor ve bu kaza, iki yazarın birbirlerinin dünyalarını keşfetmeye başlamasına yol açıyor. Bu noktadan itibaren Split Fiction, sadece bir oyun olmaktan çıkıp, iki karakterin büyüme ve dönüşüm hikâyesine dönüşüyor.
Split Fiction’ın en çarpıcı özelliklerinden biri, Mio ve Zoe’nin yarattığı dünyaların birbirinden tamamen farklı olması. Zoe’nin dünyası, fantastik unsurlarla dolu bir rüya âlemi. Bu dünyada, inanılmaz yaratıklar, büyülü manzaralar ve kız kardeşiyle paylaşabileceği maceralar yer alıyor. Zoe’nin hikâyeleri, eğlence ve merak duygusuyla şekilleniyor; her köşede keşfedilecek bir sürpriz var. Öte yandan Mio’nun dünyası, aksiyon dolu bir bilimkurgu evreni. Bu dünyada, her zaman yenilmesi gereken bir tiran ya da zorlu bir düşman bulunuyor. Sert, hızlı tempolu ve strateji gerektiren bu dünya, Mio’nun yalnız ve mücadeleci kişiliğini yansıtıyor.
Bu iki dünyanın birleşimi, oyuna inanılmaz bir çeşitlilik katıyor. Oyuncular, bir an Zoe’nin masalsı ormanlarında dolaşırken, bir sonraki an Mio’nun distopik şehirlerinde savaşabiliyor. Bu geçişler, hem görsel hem de oynanış açısından dinamik bir deneyim sunuyor. Ancak hikâye sadece bu dünyaları keşfetmekle sınırlı değil: Mio ve Zoe, makinedeki bir aksaklığın kendi tanklarını tehdit ettiğini fark ettiklerinde, bu dünyalardan kaçmak için iş birliği yapmak zorunda kalıyor. Bu süreçte, yan hikâyeler devreye giriyor ve oyunculara karakterlerin geçmişine dair daha fazla bilgi sunuyor.
Split Fiction’ın karakter çalışması, oyunun en etkileyici unsurlarından biri. Mio ve Zoe, kâğıt üzerinde zıt gibi görünse de, hikâye ilerledikçe birbirlerini tamamlayan yönleri ortaya çıkıyor. Mio’nun korkuları ve Zoe’nin cesareti, birlikte büyüdükçe bir denge oluşturuyor. Oyuncular, bu iki karakterin hem kendi içsel yolculuklarına hem de birbirleriyle olan ilişkilerine tanık olurken, gerçek bir bağ kuruyor. Karakterlerin diyalogları, esprili anları ve duygusal patlamaları, onları adeta etten kemikten insanlara dönüştürüyor.
Hazelight’ın önceki oyunlarında da olduğu gibi, Split Fiction da güçlü bir mesajla geliyor. Oyun, kişisel gelişim, affetme ve başkalarını hayatımıza dahil etmenin önemini vurguluyor. Aynı zamanda, Rader’ın makinesi üzerinden yapay zekâ ve sanat arasındaki ilişkiye dair bir alegori sunuyor. Sanatçıların yaratıcılıklarını makinelere teslim etme süreci, modern dünyada teknolojinin sanat üzerindeki etkisine dair düşündürücü bir yorum olarak öne çıkıyor.
Hazelight, Split Fiction’da oynanış çeşitliliğini bir üst seviyeye taşıyor. Temel mekanikler –sprint, zıplama, çift zıplama, dash ve lasso– son derece akıcı ve sezgisel. Ancak oyunun asıl büyüsü, her bölümde değişen türler ve mekaniklerde yatıyor. Bir bölümde bilimkurgu dünyasında yerçekimi kamçısıyla düşmanlarla savaşırken, diğerinde fantastik bir dünyada ağaca dönüşerek çevreyle etkileşime geçebiliyorsunuz. Bu çeşitlilik, oyunu monotonluktan uzak tutuyor ve her an yeni bir sürpriz sunuyor.
Yan hikâyeler ise bu yaratıcılığın doruk noktası. Devlerle çevrili bir domuz olarak yarışma şovuna katılmak, bir diş olup maceralara atılmak ya da Zoe’nin karalama defterinden fırlamış gibi görünen 2D bir dünyada savaşmak… Bu yan hikâyeler, ana hikâyeyi kesintiye uğratmadan ona renk katıyor. Özellikle Mio’nun bomba dolu oyun şovu ya da Zoe’nin yazma egzersizinden doğan not defteri bölümü, oyunun çılgın ama bir o kadar da eğlenceli ruhunu yansıtıyor.
Hazelight’ın bölünmüş ekranı bir sanat formuna dönüştürdüğünü söylemek abartı olmaz. Split Fiction, ister aynı odada ister dünyanın farklı yerlerinde olun, iki oyuncunun sürekli iletişim halinde olmasını gerektiriyor. Bu iş birliği, hikâyenin duygusal yükünü artırırken oynanışı da daha keyifli hale getiriyor. Örneğin, bir oyuncunun bisikletle yüksek hızlı bir kovalamacaya katıldığı sırada diğer oyuncunun telefonla bir anlaşmayı onaylaması gerektiği anlar, hem komik hem de unutulmaz.
Split Fiction’ın grafikleri, fotogerçekçilik peşinde koşmuyor; bunun yerine stilize ama duygu dolu bir estetik sunuyor. Mio ve Zoe’nin tasarımı, her dünyaya kusursuzca uyum sağlıyor. Bilimkurgu şehirlerinden fantastik ormanlara kadar her ortam, detaylı ve göz alıcı. Ses tasarımı da aynı derecede etkileyici: Her dünyanın kendine özgü ses manzarası, oyuncuyu atmosfere çekiyor. Mio ve Zoe’nin seslendirmeleri ise duygu yüklü ve inandırıcı; karakterlerin her sevincini ve acısını hissettiriyor.
Split Fiction, Hazelight’ın hikâye anlatımı ve oynanış konusundaki yetkinliğinin bir başka kanıtı. Mio ve Zoe’nin yolculuğu, hem eğlenceli hem de dokunaklı bir deneyim sunarken, oyunun mekanikleri ve dünyaları yaratıcılığın sınırlarını zorluyor. Kişisel gelişim, affetme ve sanatın gücü üzerine kurulu mesajlarıyla, Split Fiction sadece bir oyun değil, aynı zamanda bir sanat eseri. Hazelight, bir kez daha bölünmüş ekranı kullanarak oyuncuları bir araya getiriyor ve unutulmaz bir macera yaşatıyor. Bu oyun, her yaştan oyuncuya hitap eden, uzun süre akıllardan çıkmayacak bir başyapıt.