Avatar
Yazar: Staff, Editör Yazım tarihi: 03.03.2014

Gabriel Belmont… Adını aldığı meleği onurlandırırcasına Tanrı’ya bağlılığıyla, doğru olduğuna inandığı şeyi yapmaktan başka hiçbir gayesi olmayan bir karakter olarak görmüştük onu. Lords of Shadow’u yok edip kötülüklerini yeryüzünden silmek ve God Mask’ı birleştirerek biricik karısına tekrar kavuşmak için başlamıştı yolculuğuna. Tertemizdi, yılmaz bir iradesi vardı ama bunlar onu kaderinden kurtaramamıştı.

Castlevaniaordsofshadow2

Masumları kurtarmak uğruna insanlığından bile vazgeçmiş, ödülü ise savaştığı ebedi kötülüğün yerini alarak çektiği onca acıdan sonra ölememek, aradığı huzura kavuşamamak olmuştu. Ama anlaşılan çilesi bununla bitmeyecekti, çünkü Lords of Shadow 2, oyun basını tarafından ağır bir eleştiri yağmuruna tutuldu. Eğer oyunu bu zamana kadar bekleyip notları yüzünden hevesi kursağında kalanlardansanız incelememize bir şans verin derim. Çünkü Dracula’nın hakkını Dracula’ya vermeye geldik!

Kan, vahşet, gotik bir şato ve… ne? Fabrika mı!?

Lords of Shadow 2 ana karakterimiz Dracula’nın temel becerilerini bize öğretirken bir yandan da gücünün görkemini gösterip karakterin karizmasını tavan seviyesine vurduran (ki o karizma oyun boyunca oralarda kalacak) hoş bir eğitimi bölümü ile başlıyor. Şatomuza saldıran mekanik titanı “asker püresi” yapmakta kullanıp ilk çetrefilli düşmanımızın canına okuduktan sonra tanıdık bir yüzle karşılaşıyoruz. Karşılaşmanın doğasını kavrayamadan olay akışı kesiliyor ve ara oyun Mirror of Fate’i oynamamış olanlar için ilk oyunla ikinciyi bağlayan noktalar harika çizimlerden oluşan bir slayt ile özet geçiliyor.

Ardından Dracula yüzyıllar süren bir uykudan uyanıyor ve etrafta güçsüz ve kafası karışık vaziyette gezerken olaylar zinciri harekete geçiyor.Tabii burada anlatarak keyfinizi kaçırmak istemeyeceğim ama karakterin ilk oyundan bu yana geçirdiği değişimi anlatma görevi gören bir sahne var, bu sahneyi rahatsız edici ama aynı zamanda da başarılı bulduğumu belirtmem gerekiyor. Ardından gelen videolar bizi oyun genelinde oradan oraya sürükleyecek amacı sunuyor ve ilk görevimize başlıyoruz.

2014-02-28_00037

Amacımız içinde deneyler yapılan bir fabrikaya sızmak, oyuna eklenen yeni gizlenme mekaniği ile de burada tanışıyoruz. Fareye dönüşmek ve arkadan yaklaşarak düşmanların içine girmek gibi mekanikleri kullanmak öğretiliyor. Bu özellikler üzerlerinde uğraşıldığını belli etseler bile yeterince çeşitli kullanım alanları olmadığı için oyuncuya zevk vermekten çok uzaklar. Fareye dönüşme olayını sadece belli yerlerde yapabiliyoruz ki bu başlı başına bir saçmalık. Düşmanları ele geçirdiğimizde ise sadece kapı açıp düğmelere basabiliyoruz ve o düğmelere doğru yürümek ne kadar sıkıcı anlatamam.

Dolayısıyla zevkle oyunu oynarken bu gizlenme bölümlerine denk geldiğinizde “Püff, bir mola vereyim” diyebiliyorsunuz. Başta bize bahane olarak sunulan şey yüzyıllar boyunca uyumaktan güçsüz düşmemiz olsa bile kötü haberi vereyim; “I’am the dragon!”diyerek ortalıkta dolaşabilecek güce ulaştığınızda bile bunlardan kurtulamayacaksınız. Şahsımca oyunun en büyük eksisi bu olan bu noktayı aradan çıkardığımıza göre artık güzel oyun mekaniklerini anlatmaya geçebiliriz.

Yetmedi daha fazla düşman gönderin!

İlk oyunu hatırlarsanız başta God of War çakması görünüp sonradan oldukça derinleşen, kullanmanın keyfi değil zaruri olduğu pek çok farklı hareketi açmaya imkan tanıyan bir dövüş sistemi vardı. Doğru zamanda blok yapıp darbe almadan dövüştüğümüzde topladığımız küreler ile iyileşme ve fazladan hasar verme büyülerimizi dengeli bir şekilde kullanarak düşman akınlarının arasından sağ salim çıkmaya çalışıyorduk. Bu mantık sabit, ama artık iyileşme ve ekstra hasar güçlerimizi ana silahımızla kullanmıyoruz; kendilerine has silahlara kavuşmuşlar.

Void Sword(sağlık doldurmaya yarıyor) ve Chaos Claws(düşmanların zırhlarını ve kalkanlarını parçalamak için gerekli) var artık. Ana silahımız olan Combat Cross ise yerini Blood Whip’e bırakmış. Blood Whip işlev ve yapabildiğimiz hareket itibariyle Combat Cross ile aynı, ama diğer silahlara gelince iş değişiyor. Her iki silahın da kendine ait elemental menzilli saldırı özellikleri var, Void Sword ile su akıntılarını dondurabiliyor, Chaos Claws ile de engelleri patlatarak yolumuzu açabiliyoruz.

2014-02-28_00126

Silahların beceri ağaçlarında ilerledikçe bu becerileri dövüş içinde kullanabilmemize olanak veren beceriler ve farklı kalkanlar açılıyor. Bunların yanında oyun boyunca silahların hasarının güçlenmesini de düzene oturtan Mastery adlı bir sistem eklenmiş. Şöyle ki; yeni aldığınız bir hareketi, o hareketin ustalık derecesini doldurana kadar yapıyorsunuz. Ardından bu hareketin ustalık değerini silahın Mastery barına aktarıyorsunuz. Belli sayıda hareket için bunu yaptığınızda ise silahınız seviye atlıyor.

Oyuncuya hareketlerin işlevlerini öğretmek ve rastgele tuşlara basma mantığından uzaklaştırarak daha çok keyif almalarını sağlamak adına çok akıllıca bir adım olmuş bu. Çünkü elinizin altında epey fazla hareket var ve ne zaman neyi kullanmanız gerektiğini bilerek oynadığınızda düşmanlar önünüzde duramıyor. Ha olur da durabilirlerse giriyorsunuz kullanılabilir eşya menüsüne, seçiyorsunuz Dragon Form’u, Dracul adının hakkını vererek harika bir animasyon eşliğinde kim var kim yok canına okuyorsunuz.

Dövüş sistemi epey parlatılmış olsa da oyunun öncülüne göre biraz zayıf kaldığı bir nokta var; Boss dövüşleri. İlk oyundaki Boss dövüşleri farklı olmasının yanı sıra ilginç taktikler gerektirirdi. Aynı seviyede bir yaratıcılığı bu oyunda göremedim ben, ama savuşturma hareketinin değişip daha akıcı olmasının yanında getirdiği bir güzellik olarak sürekli hareket halinde olma zorunluluğunuz var. Özellikle belli anlarda epey diken üstünde oluyorsunuz, ki zoru seven birisi olarak bu benim epey hoşuma gitti. Hazır zorluk demişken o kısma da bir açıklık getireyim; oyuna başta açık olan en üst zorluk seviyesinde başladım. Görüldüğünüz anda pat diye öldüğünüz gizlilik bölümleri dışında çok fazla öldüğümü söyleyemem, ama şu dediğim diken üstünde olma durumu yüzünden zevkimden pek bir şey alıp götürmedi. Ha eğer düşmanlar size az geliyorsa, oyun boyunca topladığınız nesneler ile farklı seviyelerini açabildiğiniz bir nevi arena modu olan Kleidos da elinizin altında.

Bol poligonlu, besin değeri yüksek kan.

Oyunun grafiklerini yeterli bulmayan pek çok insan gördüm, o yüzden övmeye başlamadan önce PC sürümünde yüksek çözünürlüklü dokular kullanma seçeneğinizin olduğunu belirteyim. Madem belirttim, artık övmeye başlayabilirim! Oyunun grafikleri oldukça göz alıcı sevgili okur. Bunun en birincil sebeplerinden biri de ana karakterimiz. Kan kırmızı giysisinin işlemelerinden göğsündeki damarlara kadar oldukça detaylı bir endamı var Dracula’nın. Ki grafiklerin en göz alıcı hale geldiği mekân olan Bernhard Kalesi de bu endama yakışır bir yer. Taht odasından Toymaker’ın tiyatrosuna, kan bedeli vererek açtığınız devasa mekanizmalı kapılarından zindanlarına, atmosferi en iyi yansıtacak şekilde tasarlanmış.

Etraftaki toplanabilir nesneler de bundan geri durmuyor; örneğin sağlık ve büyü gücümüzü artırmamızı sağlayan kristalleri Pain Box denilen kapan benzeri aletlerin içine elimizi sokarak alıyoruz. Yada büyülü eşyaları taşıma kapasitemizi artırmak için sunakların üzerindeki kılıçlarda bileğimizi kesiyoruz. Sanat tasarımı zaman zaman salya akıtacağınız derece güzelleşebiliyor. Tabi terazinin diğer kefesi de var; modern zaman bölümleri. Bu bölümlerde zurna zırt diyebiliyor, grafikler kötüleşmese de kaleden çıkıp fabrika yada şehir sokaklarına gittiğinizde attan inip eşeğe binmiş gibi oluyorsunuz. Ortam tekdüzeleşiyor, kaleye bir an önce dönme isteğiyle beliriyor içinizde.

2014-02-28_00175

Peki görselliğin yanında platform öğelerinin uygulanışı açısından nasıl mekanlar? Olması gerektiği kadar iyi değil. İlk oyunun platform öğeleri tam ayarındayken, LoS2 bu kısımda biraz fazla basit kalıyor. Atlama zıplamalar otomatiğe bağlanmış gibi, gittiğim yere doğru düzgün bakmadan tuşlara basarak varmam gereken noktalara ulaştığım oldu. Eskiden atlayış zıplamalarda zincirimizi kullandığımız anlar da artık yok, dolayısıyla çeşitlilik de sunamıyor oyun bize bu konuda. Bir de izlemeniz gereken yol yarasalar tarafından gösterilince iş iyice çocuk oyuncağına dönüyor.

Normalde bu tarz bir oyundan bekleyebileceğimiz üç temel öğeden ikisini(dövüşleri ve platform elementlerini) aradan çıkardık, değinmediğim, değinemediğim için de cidden üzüldüğüm üçüncü element ise bulmacalar. İlk oyunun oldukça hoş ve kafa kullanmayı gerektiren, ödüllü ama ödülü almadan geçebildiğiniz, dolayısıyla sinir bozuculuğu olmadan oyunun direk artı hanesine yazılan bulmacaları vardı. Renk spektrumları ile kapı açtığımız mercekli bölüm, gezegenleri sıralayarak ortaya çıkardığımız yol epey yaratıcı ve çok kafa ütülemeyen şeylerdi. Los2’de ise bu tarz bulmacalar yok denecek kadar az, hatta yok! Oyunun diğer bir büyük eksisi de bu, dövüş sistemi rastgele tuşlara basmaktan bu kadar uzak bir oyunun aynı şeyi diğer oynanış mekaniklerinde gösterememesi çok üzücü.

Dracula buraya neden çıktı, nasıl çıktı?

Geldik oyunun bize hikâye ve olay örgüsü bazında sunduklarına. Metin bazlı anlatımdan başlayalım; her ne kadar bir reboot olsa bile sağda solda ölü askerlerin üzerinde bulduğumuz günlükler ile detaylı bir arka plan hikâyesi ilk oyunda bize sunulmuştu. Aynı özeni yine bulabilmek mümkün; düşmanlarımız ve karakterler hakkında detaylı bilgiler, şehirdeki tarihi yapılar, Dracula uyurken olan şeyler, diğer karakterlerin bu olaylardaki rolleri bize bolca metin ile verilmiş. Metinlerin hepsine oldukça detaylı çizimler eşlik ediyor ve LoS2 görsel anlamda oyuncuyu tatmin etme konusundan bir artı puan daha alıyor.

Oyun sunum açısından oldukça etkileyici. İlk oyundan karakteri seven biri iseniz, LoS2 sizi gaza getirecek noktalardan yakalamayı başarıyor; oyunun en başındaki Paladin’in haçına elini koyup duasına eşlik etmesi gibi sahneler bu konuya verilebilecek örneklerden. Şatoda Trevor’ın küçüklüğü ile karşılaştığında, davranışlarından büyüyüşünü hiç göremediği oğluna duyduğu özlemi de aktarmayı, dolayısıyla karakterle oyuncu arasındaki bağı güçlendirmeyi epey iyi başarıyor oyun. Bunu da oldukça kaliteli uzun sinematiklerle yapıyor(Tabii bunları geçme şansınız olduğu için uzun olmaları bir eksi değil). Oyunun sonu hakkındaki hislerim ile karışık, gördüğünüzde ve ilk LoS ile karşılaştırdığınızda demek istediğimi anlayacağınızı düşünüyorum.

2014-03-01_00010

Serinin sadık bestecisi Oscar Araujo’nun elinden çıkma olan müzikler oyunun durgun anlarında yumuşak tınılarla ruhunuzu okşarken, aksiyon tavana vurduğunda gaz verme görevini de layığıyla yerine getiriyor. Seslendirmeler özellikle takdire şayan, Dracula’ya sesini veren Robert Carlyle’ın aksanına ve vurgularına hayran kaldım. Patrick Stewart(Zobek) ve Game of Thrones’dan Robb Stark rolüyle tanıdığımız Richard Madden(Alucard) da harika iş çıkarmışlar. Ki seslendirme kadrosunda sesi sırıtan kimse gözüme çarpmadı, yani aynı şeyi diğerleri için de söylemek mümkün.

Bir ufak olumsuzluk geçmiş ve modern dünya bölümleri arasındaki zıtlığın hikâye anlatımını da baltalayabilmesi. İşin komik tarafı da bu; esas önemli olaylar modern zamanda olduğu halde geçmiş bölümlerinin daha ağır basması ana göreve döndüğünüzde “ne yapıyordum şimdi ben?” tarzı şaşkınlıklara yol açabiliyor. Hikaye ve sunum güzel olsa da genel anlamda bir bütünlüğe sahip olmaktan uzak. Aslına bakarsanız oyunun genel problemi bu; bir bütünlüğe ve düzene sahip olmaması, bu yüzden gereğinden ağır eleştiriler aldığına inanıyorum. Nasıl dağınık olması bir insanı savaş suçlusu yapmıyorsa, böyle bir probleme sahip olması da bu güzelim oyunu rezalet yapmıyor. Şimdi izninizle yazımı bitiriyorum, New Game Plus maratonuma devam edip eksik başarımlarımı tamamlamam lazım, sağlıcakla kalın ve oyun hakkındaki görüşlerinizi yorumlarınızla bize bildirmeyi unutmayın.

[inceleme]

Ayrıca En yeni haberler için Facebook, Twitter ve Google Haberler üzerinden Leadergamer'ı takip edebilirsiniz.