Avatar
Yazar: LeaderGamer, Editör Yazım tarihi: 06.04.2013

Merhaba sevgili LeaderGamer okurları. Son zamanların en büyük manşeti olan Bioshock Infinite’i henüz bitirme fırsatı bulmuşken, bu deneyimi olduğu gibi sizlerle paylaşmak, biraz da oyun hakkında hoşbeş etmek istedim. Yazım, oyunu henüz oynamamış arkadaşlar için spoiler içerebilir. Özellikle Bioshock Infinite için olabilecek tüm spoiler’lara kulak tıkayın, benden söylemesi.

Öncelikle benim gibi bir adam için Bioshock Infinite oyunun kendi etkisini geç, daha yüklemeden önemli bir ilk oldu. Bunun sebebi oyun dünyasının taht sahipleri FPS türü oyunları haz etmememden kaynaklanıyor. “Hiç mi?” sorusu için evet, maalesef hiç. Bu durum beni oyun dünyasından kısmen uzak tutarken, son senelerde tüm patlamaları FPS türü oyunların yaptığını da düşünürsek, evet açıkçası hiç beklemiyordum böyle bir deneyimi! Yine de yanlış anlaşılmasın, Bioshock Infinite’i 10/10’luk yapan şey FPS unsurları değil elbette.

Oct22-Screen03Işıl ışıl Columbia’nın yaratıcılığını Bioshock serisinden beklesekte, bulutlar üzerinde bir şehir açıkçası beni oyuna çeken ilk etken oldu. Mükemmel görüntüler, benzersiz bir konsept, özellikle 1900’lerin müzikleri ve başarılı seslendirmelerle Irrational Games oyuncuyu çekmek için ince eleyip sık dokumuş. En azından FPS’ye ilgisi olmayan bendenizleri bile bir şekilde çekmeyi başardı!

Amnesia’dan sonra sanırım ilk kez tekrar first person olarak oyundayım. Karakterimizin direkt olarak konuya girişiyle hâlâ etrafı çözmeye çalışıyorum. Derken kendimi o afişlerdeki yerde buldum. Açılış sahnesi bile o kadar etkileyiciydi ki. Daha sonra zaten kendimi sokaklarda çöpleri karıştırırken, her dükkanı izlerken buldum. İşin kötü tarafı bir de şöyle bir huyum vardır ki, oyunlarda her yeri adeta tararım. Etkileşime geçebiliyor muyum, şurada ne var, şunları da toplayayım, oraya bakmayı unuttum, döneyim derken bir oyunun oynanış süresi 10 saat ise siz onu benim için 15’e rahat çıkarabilirsiniz. Çok fazla kurcalıyorum!

Ben Columbia’nın sokaklarında cirit atıp insanların yüzlerine dik dik bakar iken, işin içine daha ‘shooter’ bölümü girmediği için son derece hayatımdan memnundum. Biraz rol yapmacılıkta var bende. Özellikle karakter hoşuma giderse aklımda adeta o anı yaşıyorum. Ki Booker zaten sevilmeyecek bir karakter değil, oraya geleceğim. Bioshock Infinite’te ‘shooter’ bölümü işin içine bir anda giriyor. Şehri tanımaya çalışırken sahtekâr damgası yeyip kurşun yağmuruna tutulmak elbette hoş değildi, ama zamanla alıştım. Ben de o ‘ateş edenler’den oldum.

İşte bu noktada içimde hin bir gülüş oluştu. Resmen FPS bir oyun beni gayet sarıyor, olayların nasıl gelişeceğini merak ediyordum. Bir de şu kızı, Elizabeth. Monument Island’a adım attığımda Irrational bizlere öyle güzel bir sahne hazırlamış ki, Elizabeth’in oyunda ne gibi bir yeri olduğunu yaklaştıkça hissediyorsunuz. Daha sonra kendisiyle tanışmam (Ve aşık olmam!) bir oldu. Elizabeth’in kesinlikle ayrı bir sempatisi var. Diğer oyunlardaki gibi yanınızda gezip size eşlik eden karakterlerden çok farklı. Çevreyle belki sizden daha fazla etkileşime giriyor, konuşuyor, ilerleyen bölümlerde kızgınlığını yüzünüze bakmayarak bile belli ediyor! Savaş esnasındaki yardımları ve kilit açma yeteneklerinden zaten bahsetmiyorum.

bioshock-infinite2Olaylar geliştikçe bir şeyi fark ettim. Oyun Elizabeth ve Booker ikilisini ne amaçla aynı kanada koymuştu? Bunu anlamak inanın zor değil. Aralarında bir bağ var. Bildiğimiz kurtarılan kıza aşık olunur kalıbı değil, aynı amaca hizmet etmek kalıbı değil. Bu duygusal bağ sizi öyle bir etkiliyor ki kendimi bölümlerde kendi sağlığıma bakmadan Elizabeth’e göz kulak olurken buldum. Kendisi savaşta benden çok daha yetenekli olsa da! Bu bağ ilerde Elizabeth’in bizi kurtarmak amacıyla Songbird’e atılmasıyla tavan yapıyor. Kesinlikle oyunun eşsiz sahnelerinden biri.

Founders mı Vox mu derken işlerin içine tear’ların girdiği bölümlerde oyun beni dumur etti. O gerçeklik, şu gerçeklik derken “şimdiki hangisi?!” sorusu çok akıl kurcalıyor. Ama esas bu noktada kendinizi oyuna daha çok bağlıyorsunuz. Senaryo öyle ustalıkla işlenmiş ki, spoiler vermemek için kendimi zor tutuyorum. Zaten sanırım yazıma cevap olan şey de bu. Bioshock Infinite’i tam puanlık bir oyun yapan şey bence kesinlikle hikâyesi olmuş. Özellikle benim gibi oyunlarda hikâyelere her şeyden çok önem veriyorsanız.

BioshockInfinite1Bir başka değinmek istediğim konu ise fazladan görevler ve toplanabilir gizli eşyalar. Açık konuşayım, bir oyunda ‘gizli’ tanımına uyacak eşyalar varsa o oyun benim gözümde anında fazladan değer alıyor. Her şeyi didiklemek huyumdan geliyor olsa gerek, ana görevin dışında kendimi bir şeylerle uğraşırken bulmayı çok seviyorum. Bioshock Infinite’te de yan görev bazında ve elbette Elizabeth’in kilit açma yeteneği sayesinde topladığımız eşyalar ayrı bir haz veriyor. Resmen oyunda bu noktada yok yok olmuş diyebilirim.

Yazımı bitirmeden önce Bioshock Infinite’in hikâye ve özellikle kurgu anlamında bir baş yapıt olduğunu tekrar belirtmek istiyorum. Burada anlatamayacağımız bir deneyim olduğu için, eğer vaktiniz yoksa bile diğer alışkanlıklarınızdan feda edip bu deneyimi yaşamalısınız. Bırakın Columbia’nın muhteşemliği size yol göstersin, muhteşem müzikler kulaklarınızda dönerken Elizabeth’in yardımıyla işinizi bitirmek üzere New York’a dönüş yolu arayın; tabii Elizabeth’i Paris hayalinden caydırabilirseniz! Ve özellikle, lütfen ama lütfen oyunun sonlarına geldiğinizi hissettiğinizde, odaklanın. Daha önceki olayları düşünün. Bağı kurduğunuzda anlayacaksınız, Bioshock Infinite neden 2013’ün daha şimdiden en iyi oyunu olarak görülüyor.

bioshock-infinite-coins“Yazı mı, tura mı?” – Lutece Twins

Ayrıca En yeni haberler için Facebook, Twitter ve Google Haberler üzerinden Leadergamer'ı takip edebilirsiniz.