Avatar
Yazar: LeaderGamer, Editör Yazım tarihi: 19.11.2012

asd

Bazen, komplo teorilerinin oyunlara uyarlanmış biçimlerine inanasım geliyor sevgili okur. Hani bazı oyunlar olur, deriz ki “Lan salak mısınız, şunu şöyle yapsanız oyun harika olacakmış ama şimdi tüm potansiyeli harcamışsınız. O kadar şeyi düşünmüşsünüz ama bunu mu düşünemediniz!” Belki de bu tip vakalar, oyun kalitelerini kimi büyük güçler tarafından belirlenen bir ortalama kalitede tutmak, çıtayı veya satış rakamlarını fazla yükseltmemek ve sektörde bir denge kurmak için özellikle ayarlanmıştır. Oyunlar özellikle bazı yönlerden harika giderken birden işi batırıyordur? Kulağa çok saçma gelse de, aynı yıl içinde hem Mass Effect 3 hem de Assassin’s Creed 3 gibi iki oyun gören bir insan pekala bu saçma teorilere inanabilir.

Mass Effect 3 hakkındaki görüşleri, ister serinin hayranı olun ister olmayın, unutmuş olmanız pek mümkün değildir. Oyun genel olarak bakınca yapılmış en iyi oyunlardan biridir ve bunu kimse inkar edemez. Ama aynı zamanda, oyun tarihinde bu denli büyük finallerdeki en büyük hayal kırıklıklarından birini yaşatmıştır. Sonu duygusal olarak güçlü olsa da, seçimlerin etkisizliği ve havada kalan sorular açısından çok çok zayıftı. Belki de sadece sonu ile yapılmış en iyi oyun sıfatını kaçırdı Mass Effect 3, ve şimdi de aynısını Assassin’s Creed III için söyleyebiliriz. Gelin baştan bakalım.

İçimiz acıyor Konur başkan

Biz Assassin’s Creed hayranları, son bir buçuk yıl içinde iki büyük vedanın parçası oldular. İlki, Ezio Auditore’ye idi, ki AC3’ün veya sonraki oyunların kalitesi ne olursa olsun, benim için Assassin’s Creed’in en azından uzun bir süre Ezio Auditore demek olacağını düşünüyorum. Soap Mactavish ve tabii ki bilimum Mass Effect karakterleri ile birlikte, son yılların en başarılı oyun kahramanı olarak görüyorum bu adamı ki eminim farklı düşünen pek kimse yoktur. İkinci veda ise tabii ki AC3 idi, bunda da güya Desmond’ın hikayesinin etkileyici finalini görecektik(hoş, daha etkileyici olsun diye son değil final kelimesini kullanıyoruz).

Daha önce dediğim gibi asla modern hikayeye AC’yi güzelleştiren bir özellik olarak bakmadım, hep bu gereksiz kısımdan bir an önce kurtulmak gerektiğini ve karakterlerin hikayelerine odaklanılmasını savundum. O yüzden AC3 benim için bir sondan çok, yeni bir başlangıçtı, evrene yeni bir karakter ve yeni bir dönem ile yepyeni bir soluk getirecek oyundu. Şanslıysak Connor da Ezio gibi harika hatta belki de daha iyi bir üçlemeye sahip olacaktı, ki hemen merakınızı gidereyim, oyunun sonunda Connor üçlemesi olup olmayacağıyla ilgili bir ipucu yok. Ben olmaması için geçerli bir sebep görmüyorum, zaten Ubisoft’un da meyvelerin suyunu iyice sıktığını bildiğimizden %95 AC4’ten önce iki oyun daha göreceğiz.

Neyse efendim, en merak edilen sorulardan biri olduğu için bunu araya sıkıştırdım, şimdi konumuza dönelim. Hikaye, Revelations’un sonunda girişini gördüğümüz o esrarengiz mağarada başlıyor. Sistemi kuruyor ve vakit kaybetmeden Animus’un yeni sürümüne alışmak için kısa bir simülasyondan geçiyoruz.

Bu yeni sürümün bizim anlayacağımız dilde karşılığı oyunun yeni motoru. Anvil Next adlı bu motoru tek cümleyle özetlemek gerekirse, oyunu hafiflettiğini ve rahatlattığını söyleyebiliriz. Bunun yanında getirdiği birkaç temel değişiklik daha var; bunlar da artık engellerin üstünden hızlıca atlayabilme, hızlı yürüme ile insanları itmenin birleştirilmesi, deparın tek bir tuşa alınması(R1) gibi ufak tefek şeyler. Ama oyundaki en keyifli ögelerden biri de bu motor ile geliyor: Bayanlar ve baylar, size Assassin’s Creed’de oynanış olarak en sevdiğim yeniliği sunmak istiyorum: Ağaçların üstünde hareket edebilmek! Evet, artık ağaçlar da bizim için çatılardan farksız. İsterseniz arasında boşluk olan bir evden diğerine aradaki ağacın dallarından geçebilirsiniz, isterseniz de Frontier’ın ormanlarında at ile değil ağaçlar üstünden ilerleyebilirsiniz. Dahası, bunu son derece rahat yapabilmişler. X’i bırakıp sadece R1’e basarsanız, oyun otomatik olarak istediğiniz doğrultuda sizi düşmeden ağaçlar üstünde gezdiriyor.

Peki bu ağaçlardan ilerleme olayı ne kadar eğlenceli, şehirde gezinmekte de bu kadar etkili mi? Evet, çok çok eğlenceli... Ta ki otuz saniye içinde ağaçlarınız bitene kadar. Adamlar şöyle bir mantık yürütmüşler: Bizler bir dizi ağaç koyalım, bir yerden başlayıp elli metre kadar sonra bitsin ve milletin gidecek yeri olmasın. Aferin size. Ne olurdu tüm orman boynca tırmanılabilir ağaçlar koyaydınız, istesek New York’tan Boston’a hiç yere dokunmadan gidebilseydik? Yok, o konuda biraz hafif kalmış. Eğlenceli diye aynı yerde dön dön nereye kadar?

Şehirlerde ne olmuş peki? Şehirler iyi güzel hoş, ama binalarda kesintisiz bir şekilde koşturamıyorsunuz. Önceki dört AC oyununun da en zevkli yanı olan binalarda dakikalarca koşturmak, bu oyunda eskisi kadar keyifli değil. Belki döneme uygunluktan dolayıdır beni ilgilendirmez, ama binalar arasında bazen çok fazla boşluk oluyor ve bu da gizin koşuşunuzu engelliyor. Aradaki iplerin de sayısı pek azaltılmış ve ağaçlar da her zaman olmuyor. Ha hala çatılar şehirde bir yerden bir yere gitmek için en uygun yol, ancak eskisi kadar iyi değil. Ne olurdu arkadaş bu güzel motorunuzla, İstanbul’daki gibi on-on beş dakika aralıksız koşturabilseydik?

Belki çatılar yok ama, ormanda yardırabilmek için atı kullanabilirsiniz. AC’ler içinde atın en pratik ve keyifli olduğu oyun AC3 olmuş. AC1 ve 2’de şehir içinde kullanılmıyordu, Brotherhood’da da mesafeler azdı ama bunda hem açık alanın bolluğundan, hem şehirlere de sokabilmenizden hem de bol bol mekan değiştirdiğinizden gayet kullanışlı bir ulaşım aracı olmuş at. Hele benim gibi prensip olarak bu tür oyunlarda asla hızlı yolculuk yapmayanlardansanız atları bol bol kullanacaksınız.

İşin içinde orman olunca olmazsa olmayan bir şey daha var. Assassin’s Creed 3’te seride ilk defa avlanabiliyoruz. Bilimum orman hayvanlarını istediğimiz silahla öldürüp derilerini yüzmekten ibaret olan bu işlem, aslında para kazanmaktan başka pek bir işe yaramıyor. Ne yiyebiliyorsunuz ne de oturup bunlardan eşyalar yaratıyorsunuz(tamam böyle bir şansınız var ama gerekli üç malzemeyi topla sonra gerekli ustayı bul falan, hiç akıl karı değil). Yine de, değişik bir hobi olarak hoş bir yenilik olmuş.

Hobi, avlanma, satma falan demişken biraz da ekonomi sisteminden bahsetmek istiyorum. Bu konuda iki şey var: Birincisi, artık her şehirde bir-iki genel dükkan var, yani ayrı ayrı silahçısı/terzisi/resimcisi yok. İkincisi de Davenport Homestead. Hö demeyin, Homestead sizin yeni merkeziniz. AC2’de Monterigionni neyse AC3’te de Homestead o.

Ekonomi sistemi ilk başta biraz AC2 gibi gelecek ama aslında daha öncekilerin hiçbirine benzemeyen bir olay. Şu ki, Homestead görevlerini yaparak küçük kasabanıza yeni çalışanlar ekleyebiliyorsunuz veya bulunan tesislerinizi geliştirebiliyorsunuz. Bunlardan aldığınız ürünleri konvoylarla satabiliyorsunuz veya yukarıda bahsettiğim gibi kendiniz eşyalar yapmakta kullanabiliyorsunuz(ama kullanmazsınız, valla bak). Anlayacağınız eskisi gibi yenilet ondan maaşını al evde yat olayı yok artık.

Assassin’s Creed 3’ün yenilikleri sağolsun yazmakla bitmiyor ama şimdi en kritiklerden birin geliyorum: AC’nin sancılı yönü, dövüş sistemi... Artık sancılı değil. Mantık olarak aynı ancak karşımızda çok daha dinamik ve refleks gerektiren bir sistem var. Öncelikle, artık savunma tuşuna basılı tutup savunamıyorsunuz. Tam düşmanın harekete geçtiği anda O’ya basıp engellemeniz, tam engellerken de saldırmak istiyorsanız anında kareye basarak hücum yapmanız gerekiyor. Siz komboya başlamışken başka düşmanlar saldırabiliyor, yani o kadar ölümsüz değilsiniz. Bir süre sonra alışıyorsunuz ve yine kolaylaşıyor ancak zor olmasa da, epeyce eğlendiğiniz, heyecanlı bir dövüş sistemi çıkmış ortaya.

Oynanış konusundaki küçük değişikliklerden(küçük değişiklik dedim çünkü has baba olayı biraz ileride anlatacağım) son olarak da iki oyundur seride olan çok sevdiğimiz bölgeleri kurtarma olayına değinmek istiyorum. Birçok şey gibi bu da çok değişmiş. Bildiğiniz gibi AC3 bir savaş hikayesi ve bu olayı da savaşa bağlamışlar. Yaptığımız şeyler, bölge halkına yardım ederek, infazları önleyerek, eylemler başlatarak belli bölgelerde belli yüzdelere ulaşıp onları Templar kontrolünden kurtarmak. Valla bunda açık açık söyleyeyim, eski istem daha iyiydi. Ne güzeldi yasak bölgeye yardırıyorduk, adamların başını bulup öldürüyorduk. Eskiden olsa işi gücü bırakır paso kule patlatırdım, ama şimdi biraz yaptıktan sonra hiç uğraşmadım bu Liberation Mission’larla.

Has baba olay...

...deniz savaşları! Evet, şu oyunun benden aşağıdaki notu almasında çok büyük bir etken harika mı harika deniz bölümler. Valla çok deniz savaşı veya korsanlık oyunu oynamadım ya da bu konularda araştırmadım bu yüzden ne kadar derindir, ne kadar gerçekçidir bilemeyeceğim ama... Muhteşem olmuş be! Oyunun orta kısmının başlarında(ne demek lan bu?! Oynayınca anlarsınız) kaptanla tanışıp adamdan gemi lafını duyunca tepkim “Of of, yine gereksiz görevlerle uğraş dur...” olmuştu, ama daha ilk görevden bunların bağımlısı oldum. Bağımsız yan görevler de olduğu gibi, bir de ana hikaye içerisinde olan(yine de zorunlu değil) bir görev zinciri var. Bu görev zincirinde Tapınakçıların donanmadaki adamını takip edip öldürmeye çalışıyoruz. Şahsen son iki dışında her Sequence’da, görev zincirine başlamak için gideceğim şehre gitmeden önce o Sequence’da açılmış olan hikaye görevini ve 3-5 tane de yan görevi yapıyorum, çok da zevkli oluyor. Bir ara yeniden AC3’e girip kalan bütün gerekli/gereksiz deniz görevlerini tek oturuşta bitireceğim.

Deniz görevleri nasıl peki? Kullanışı çok rahat aslında(Denizcilikle ilgilenen arkadaşlardan terimleri kullanmakta yapacağım hatalardan dolayı şimdiden özür diliyorum, evet bu konuda epey cahilim). Stop/Half Sail/Full Sail olmak üzere üç şekilde yelkenlerimizi ayarlayabiliyoruz ve buna göre hızımız değişiyor. Üç tane de silahımız var. İlki tek bir top, istediğimiz yere yollayabiliyoruz. İkincisi en güçlü silahımız olan top yağmuru, bunun için gemiyi uygun açıya sokmamız gerekiyor anca bir mesafe ve yön ayarlansın, düşmanlara pek güzel bir zarar veriyor. Üçüncüsü gülle gibi zincirlenmiş toplar, bunlar da gemileri parçalamadan sadece yelkenlerini etkisiz hale geliyor, böylece seve seve gemiye adam çıkarabiliyor ve kaptanlarını öldürebiliyorsunuz.

Nereden nereye

Neyse efendim, en son Anvil Next simulasyonundan bahsediyorduk(nereden nereye gelmişiz arkadaş). Şimdi şu işi bir kez daha başa saralım, ta en başa. Simülasyon falan bitti geldik hikayenin giriş bölümüne.
Önceki oyunlarda olduğu gibi hemen ana karakter Connor ile oynamaya başlayacağınızı sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. İlk bölümünüzü Haytham Kenway adlı, daha önce adını duymadığınız bir adamla yapıyorsunuz ve bu adam gerçekten uzun süre boyunca, çok ufak bir spoiler uyarısı vererek söylemek gerekirse oyunun beşte biri kadar yönetiyorsunuz. İşte bu kısma giriş bölümü diyebiliriz ve kesinlikle harika yapılmış. Şu ana kadar bir oyunda gördüğüm en iyi başlangıçlardan birisine sahip AC3(hani tamam güzel başlangıç yapılır da, insan daha üçüncü saatten ibretlik bir plot twist koyar mı yahu, ayıptır günahtır Ubisoft).

Neyse efendim başlangıç kısmı o kadar spoilera müsait ki orayı hiç anlatmadan geçmek istiyorum. Geldik Connor’a. Öncelikle neden Connor sorusunun cevabı olarak; Connor’ı biz değil, girdiğimiz mağaradaki (muhtemelen) yapay zeka seçiyor. Connor’ın anıları sayesinde bu mağaradaki “bilimum çok gizemli güçleri” açığa çıkarıp bildiğimiz dünyanın sonunu getirecek büyük kıyameti engelleyecek “çok gizemli bir gücü” salmak için gerekli anahtarın yerini öğreniyoruz.

Ama rahat olun, hikaye Revelations’taki gibi hazine avına dönmüyor. Connor’ın hikayesi daha çok farklı yönlere giden karma bir hikaye. İntikam, ihanet, dram, sürprizler, değişen düşünceler falan derken bir kitabı aratmıyor senaryo. Eee diyeceksiniz, bu kadar şeyle çorba olmuyor mu bu oyun? Valla açık söyleyim, ben sadece bir komplo-intikam hikayesi olan AC2’nin bile biraz çorba olduğunu, özellikle bazı yerlerin çok hızlı geçildiğini düşünüyordum ancak AC3’te kesinlikle böyle bir sıkıntı yok. Oyunda 12 Sequence var ve bunların son üçü dışında hepsi en az iki saat kadar zaman alıyor. Hiçbir şey aceleye getirilmemiş, herşey nasıl olması gerekiyorsa öyle sunulmuş. İş AC2’deki gibi av hikayesine indirgenmemiş, asla asıl amacınızı unutmuyorsunuz. Artı, anlayacağınız üzere karşınızda epey uzun bir oyun var. Ben yan görev olarak sadece denizcilik(hikaye dışı olanlarla sayarsak %70 civarını sanırsam) ve PS3’e özel içerik olan Benedict Arnold görevlerini tamamladım, onun dışındaki toplanabilir eşyaları gördükçe topladım, kendimi hiç sıkıştırmadım, asla hızlı yolculuğa başvurmadım, avlandım, gezdim tozdum, kısacası ortalama bir hızla oynadım ve 20 saat civarı bir zamanda bitirdim. Önceki oyunlarda AC2’ye orta-hızlı oynayarak on saatte, Brotherhood ve Revelations’u da 8 saat civarında bitirmiştim(bunlar istatistiklerde yazan değerler, bildiğim kadarıyla ölümleri katmıyor, yani net zamanlar bunlardan birkaç saat daha fazla olsa gerek). Tamam, belki reklamını yaptıkları gibi “20 saat sadece hikaye, 20 saat yan görevler, toplam 40 saat ortalama” değil ama yine de çok tatmin edici bir süre.

Kim kimi ezio?

Öncelikle bir kez daha vurgu yapayım: AC3 yeni karakterler, yeni bir dönem ve yeni bir mekan. Ezio üçlemesi gibi oturmuş ve simgeleşmiş bir hikaye ile karşılaştırılması çok mantıksız. Connor bir Ezio değil, benim favori oyun karakterlerimden değil, ama henüz. Aklınızdan diğer iki oyunu atmayı deneyip sadece AC2’deki Ezio ile Connor’ı karşılaştırmayı deneyecek olursanız, az çok aynı kalitede karakterler olduğunu farkedeceksinizdir. O zaman, Connor’ın da zaman içinde yeni bir Ezio olmayacağının, hatta onun ilerisine gitmeyeceğinin bir kanıtı yok.

Bu konu hakkındaki görüşümü açıklığa kavuşturduğuma göre, yine dönelim hikayeye. Connor’ın hikayesi karma bir hikaye dedim, şunu sorabilirsiniz: “Abi karma falan dedin de, savaş sırasında geçmiyor mu? Savaş hikayesi değil mi?” Değil. Savaş sırasında geçen ancak daha çok fikirlerin çatışması olan bir hikaye. Genelde savaş hikayelerinde bir taraf düşmandır ancak bunda düşmanımız ne devrimciler ne de İngilizler. Hiçbir taraf Revelations’ta Osmanlı’nın yüceltilmesi gibi bir taraflılıkla yüceltilmemiş. Tamam genel görünüş itibariyle birinin yanındayız ancak bu yine de öteki tarafı kötü olarak göstermemiş. Ubisoft’u bu konuda tebrik etmek istiyorum, gerçekten hassas bir konuda neredeyse tamamen tarafsız kalmayı başarmışlar. İki tarafta da düşmanlarımız var, iki taraf için de savaşmıyoruz. “Biz suikastçılarız ve sadece kendi ideallerimiz için savaşıyoruz” hissi oyuna hakim ve ne yaparsak hep bunun için yapıyoruz.

Aynı şekilde atmosfer olarak da savaş atmosferi beklemeyn, zira oyunda pek az yerde savaş atmosferini hissedebiliyorsunuz. Her zamanki gibi, işlerimizi pek ortalığa çıkmadan hallediyoruz AC3’te de. O yüzden sakın boş savaşlı, ordular yönettiğimiz bölümler beklemeyin. Göreceğiniz en fazla şey bir gemi savaşı olacaktır, onun dışında hayatınız genelde cephelerde geçecek.

Bir İstanbul değil, bir Ankara hiç değil

Bildiğiniz gibi, AC oyunlarının en güçlü olduğu yönlerden biri atmosferdir, bu atmosferi en iyi veren de şehirlerdir. AC ve Brotherhood’da şehirler oyuna ağırlıklarını koyarken, AC2’dekiler daha hafif ama daha güzel, bir atmosfer sunmuştu. Revelations ise bu ikisini aynı anda yapmayı başarabilmiş ve geçen seneki incelememde benden Atmosfer olarak 10’da 12 almıştı. AC3 için de aynısını söylemek isterdim ama malesef diyemeyeceğim. Belki de kırsal alanların büyük yer kaplamasındandır bilemeyeceğim ama, oyundaki iki şehrin de(Boston ve New York) sönük kaldığını söylemeliyim. Tamam, yine AC standartının altında değiller, ki bu da onları kafadan kaliteli mekanlar yapıyor ama diğer oyunlardaki şehirlerin(Venedik, Floransa, Roma, İstanbul) yanında güçlü bir şekilde hatırlayacağımızı sanmıyorum.

Ama öte yandan, Frontier denen çok güzel bir kırsal bölge var. Burası için şehirler ve Homestead arasındaki geçiş bölgesi diyebiliriz ve gerçekte gezinmesi keyifli bir yer. Resmen adamlar utanmamışlar ve ufak çaplı bir Elder Scrolls haritası yapmışlar sanki. Ancak ve ancak, bize oyun çıkmadan ayıla bayıla anlatılan mevsim olayları vardı ya hani? Hah, işte onlar yok. Yani var ama, sadece kar ve yağmurdan ibaret, ki kar da yeri beyazlaştırmaktan başka işe yaramıyor. Nerede o beklediğimiz, Skyrim’deki gibi havayı karamsarlaştıran kar, sizi sığınak bulmaya iten yağmur? Ulan karın illa Skyrim kalitesinde olmasına da gerek yok, yağsın yeter, sadece yerde süs gibi durmasın. Yok Ubisoft, bu olmamış.

Atmosfer tamam böyle ama müziklerine bittim arkadaş şu oyunun. Bilmiyorsunuzdur belki, AC-AC2-ACB’de tek başına etkin olan Jasper Kyd bu oyunda yok, yerini ACR’de beraber çalıştığı Lorne Balfe’ye bırakmış. Üzülmeden söyleyeyim: Lorne Balfe adlı üstad, Modern Warfare 2’de çalan efsaneleri besteleyen ancak nedense adı Hans Zimmer’dan daha az duyulan bir sanatçı. Yani, AC3’ün de müziklerinin harika olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Bir kez daha Revelations’taki gibi, aynı temayı hem dinamik hem de yumuşak parçalarda kullanmayı seçmiş. Özellikle ana menü müziklerini her seanstan önce oturup birkaç dakika dinleyeceksiniz, eminim.

Tabi ki parça güzelliği yetmiyor, bir de bunların kullanımı iyi olmalı. AC2’de mesela, harika duygusal müzikler vardı ancak çoğunlukla kullanım olarak zayıftı, bu da genel olarak özensiz ara sahneler izlememize sebep oluyordu. AC3 ise bu konuda çok başarılı. Revelations’un müzikleri mi daha iyi bu mu deseniz, her bakımdan Revelations derim ancak bunu da hem parça kalitesi hem de müzik kullanımı olarak bunu ikinci sıraya koyarım.

Yine geldi...

Hepimizin merak ettiği bir konu daha var, o da Desmond’la neler yapacağımız. Biliyorduk ki Desmond’la önceki oyunlardan daha çok oynayacaktık AC3’te. Evet, üç kısa bölüm tamamen Desmond’ı yönetiyoruz, hem de tam bir modern suikastçı gibi. Allahtan korktuğum gibi tamamı modern zamanda olan bir oyun olmadı, çünkü bu bölümlere bile söve söve başladım. Tamam çok kötü değiller ama AC bu değil, bu olmamalı. Desmond’lı bölümler hiç olmasa da olurmuş hikayede.

Peki bu bölümlerde ne yapıyoruz? Tapınaktaki o malum kapıyı açmak için anahtardan ayrı olarak gereken üç güç kaynağını arıyoruz, tabi ki bir arama kısmı yok, tüm işi arkadaşlarımız yapıyor biz ise sadece onların belirttiği şehre gidip kaynağı alıyoruz. Neyse, en azından bir nefes alma yöntemi olarak bakabilirsiniz Desmond bölümlerine.

Gelelim oyunun sonlarına... Çok yoğun olduğumdan oyunu anca üç hafta sonuna yayarak oynama fırsatı buldum. Bunların ilk ikisinde toplam on sequence bitirebildim, ikinci haftanın sonunda yılın oyununu seçtiğimi düşünüyordum. Ama bu haftanın seansına başladığımda resmen şoka uğradım. Oyun boyunca özellikle hikayede hep doğru kararlar veren Ubisoft, bir anda tüm potansiyeli ve oyunu harika yapacağını düşündüğüm her şeyi harcıyor. Son iki sequence da bitti ve baktım ki, ne karakterlere hakettikleri son verilmiş, ne adam akıllı bir final yapılmış, yine Revelations’taki gibi olay herşey Desmond için yapılmışa bağlanmış. Birden ekibe bütün saygım, oyunun hikayesine ve sunumuna vermeyi tasarladığım bütün o 9’lu notlar uçup gitti. Resmen adamlar iki-üç yanlış kararla bütün hikayenin etkisini yok etti, kaç saattir oyunun sonları için yarattıkları potansiyeli sanki son anda vazgeçmişler gibi çöpe attılar.

Bu işin daha Connor kısmı, gelelim Desmond kısmına. Aman yarabbi o daha kötü. Zaten bu derece zorlama bir hikayeye çok orijinal ve kaliteli bir son beklemiyordum ve nispeten diğer hayranlara göre daha az hayal kırıklığına uğradım ama... Böyle de olmaz ki ya. Seriyi uzatacağız diye modern hikayenin iyice (çok afedersiniz) bokunu çıkarmışlar. Ben ne zamandır AC’nin bitmemesi gerektiğini, şu anki kaliteyi koruyabildiği sürece her sene yeni bir oyunu çıkması, bir karakter ve dönemin üçlemesi bitince de üç yılda bir kendisini AC2 ve AC3’teki gibi yenilemesi, inove etmesi, nefes aldırması gerektiğini savunuyorum. Ama yeter ki bunun için illa modern zamana bağlı kalmak gerekmesin, gidin karakter ve hikaye anlatımına önem verin, potansiyelinizi kullanın. Koyun yine First Civilization’ı, işin gizemli yönünü, bunlara laf etmiyorum ki.

Bazılarınız diyecek modern zamandaki hikaye AC’yi ilginç kılıyor. Tamam ama, sizce gerçekten her oyunda 1-2 saat işleyerek bu kadar ağır bir hikayenin altından kalkılabilir mi? İnsanlar da sonu için büyük beklentilere giriyor, cevaplardan tatmin olacağını sanıyor ama göreceksiniz ki hepsi bir şekilde zorlama olarak bağlanacak. En basit örnek olarak, -BROTHERHOOD SPOILER UYARISI- Brotherhood’un son sahnesinde Desmond’ın Lucy’i öldürme sebebi hakkında aylarca spekülasyonlar türetildi. Yok Desmond zamanda ileri gelecek Havva ile çiftleşmeli ve insan ırkının devamını sağlamalıymış bu yüzden başka birisi olmamalıymış, yok Lucy aslında FC’a ihanet eden bir insanın geleceğe yolculuk etmiş haliymiş, yok Lucy aslında Desmond’ın veledini doğuracakmış da çocuk özel güçlere sahip Tapınakçı olacakmış da bu güçler dengesini alt edecekmiş de dünyanın sonunu getirecekmiş de... AC3’te, çok kenarda köşede bir yerde önemsizce öğreniyoruz ki, Lucy’i bıçaklamamızın tek sebebi kızın ileride bizi Tapınakçılara satacağıymış. Ee bildiğimiz ihanet yani, tarihteki en sıradan hijkaye ögesi. Ne anlamı kaldı bunca merakın, bunca tahminin? Yok, Ubisoft bunu hikayeye yediremedi, yedirse altında iyice ezilecekti. Şimdi de gerçekten sonraki AC’lerde ne olacağını tahmin ediyorsanız, yine beklentinizi çok yüksek tutmamanızı öneririm.

Son Karar

Assassin’s Creed III, ilginç bir oyun. 16 saat kadar oyunun kusursuza yakın olduğunu düşünüyordum. Şehirlerin geri planda kalması ya da çatılarda koşturmanın rahatsızlığı gibi ufak tefek şeyler gözüme çarpmıştı ama bu en fazla 0,1-0,2 puan etkilerdi notumu. Ancak bence bir hikayenin en kilit iki noktası; başlangıcı ve finalidir. Bunların arasında gerçekleşen kurgu veya bunların sunumu ne kadar iyi olursa olsun, merak uyandırıcı bir şekilde başlamıyorsa veya hakkıyla sonlanmıyorsa etkisinin çoğunu kaybediyor. İyi ki AC3’ü kurtaracak çok iyi bir açılışı, aynı zamanda son iki sequence’a kadar(özellikle 9. ve 10. kısımlar) harika giden bir senaryosu, üstüne Ubisoft’un son iki oyunda çok geliştirdiği(ama mutlaka bir noktada çuvalladığı) sunum yetenekleri var, yoksa böyle büyük beklentiye sokan ama böyle bir finale sahip bir oyunun notu çok daha düşük olurdu

Tabi bu kadar hikayenin yanında, gerek oynanış gerek de atmosfer olarak oldukça başarılı bir oyun AC3. Multiplayerını henüz deneme fırsatım olmadı ama AC multilerinden oldum olası zevk alamamışımdır bu yüzden beni etkileyeceğini pek zannetmem.

Sonuç olarak Assassins’s Creed 3, muhteşem-iyi-muhteşem-kötü sıralamasıyla giden bir oyun. Bunun geri planında, hikayeye göre değişmeyen şeyleri de(oynanış, çeşitlilik, atmosfer, ömür vb.) vaadettiği veya vaadettiğine yakın düzeyde gerçekleştirebilen nadir oyunlardan biri. İnceleme boyunca oyunu çok ezmiş olabilirim, ama kesinlikle böyle değil. İnanın paranızın ve zamanınızın hakkını verecek bir oyun AC3. Yine diyorum, bu bir son değil, bir devam değil, yeni bir başlangıç. Connor adlı yeni bir potansiyel efsanenin hikayesinin giriş bölümü. Assassin’s Creed ekibinin anlatım gücünün zamanla arttığının ve bundan sonraki oyunların da bu yönden daha ileride olacağının işareti. Ama ne yazık ki, bunun yanında, senaristlerin oyunların sonunu nasıl bir kafayla yazdıklarını çok merak ediyorum.

+Çok büyük bir harita
+Harika müzikler
+Orman, dağ, bayır
+Yenilikler saymakla bitmez
+Müthiş başlangıç
+Harika hikaye, harika sunum
+Uzuuuun

-Sonunda tüm potansiyeli çok güzel harcaması
-Desmond kısmını da batırması
-Çatıların pozisyonları koşturmaya eskisi kadar elverişli değil
-Şehirler biraz sönük
-Mevsim olayı lafta kalmış

Hikaye: 8/10
Atmosfer-Görsel: 8/10
Müzik-Ses kullanımı: 10/10
Oynanış: 9/10

SON NOT: 9,2/10

Söylemeden geçemeyeceğim küçük bir not: Sonuna sövdüm saydım ama, oyundaki en hoş sürprizlerden birini S12'nin son sahnesinde göreceksiniz. Finaldaki tek güzel şeydi.

Ayrıca En yeni haberler için Facebook, Twitter ve Google Haberler üzerinden Leadergamer'ı takip edebilirsiniz.